ALİ ERÜL: ZAMAN VE SAYGI ÜZERİNE...
Birkaç gün önce bir firmayı ziyarete gittim, üstelik de firmanın yeni
başladığı bir proje nedeni ile bir yerde onlar tarafından davet
edilerek. Resepsiyona geldiğimde oradaki görevliye randevum olduğunu
söyledim ve o görevli görüşeceğim kişinin odasına gitti. Oda yakın ve
kapı açık olduğu için şunu çok rahat duydum: "Aaaa doğru, bugüne
randevu vermiştim Ali Bey'e". 25 km mesafeden ve 1 saat 15 dakikalık
bir yolculuktan sonra duymak istediğim bu değil doğal olarak.
Tesisatçı ya da onarımcı örneğine girmeyeceğim ama zamana sadık
olmayanlar sadece onlar mı? Sorun bazen randevu isterken başlıyor: "Ne
zaman geleyim?" "Çarşamba öğleden sonra ofisteyim, ne zaman isterseniz
gelin!"; ya da benim ofisime gelecekse "Eee zaten ofisteniz, öğleden
sonra bir ara uğrarım" O belirsizlik yüzünden hiçbir uzun soluklu işe
başlayamıyorsunuz, başlasanız bile yoğunlaşamıyorsunuz çünkü
hazretleri 4 saatlik bir zaman dilimi içinde her an gelebilir!
Ya da bir saati belirleyip gidiyorsunuz ve lobide beklemeye
başlıyorsunuz. On dakika, yirmi dakika, yarım saat! Neden sonra
muhteremin odasından eli kolu dosyalar ile dolu bir başkası çıkıyor.
Muhterem hava değişikliği için bir beş dakika daha izin istiyor sizden
ve sonuçta planlanmış saatten 40 dakika kadar sonra görüşmeye
girebiliyorsunuz; beklediğiniz her dakikanın anısı ve olumsuzluğu ve
günün kalan kısmındaki her işe 40 dakika gecikmeli başlama zorunluluğu
ile...
"Çok acil" diye arıyor birisi sizi, görüşmeye gidiyorsunuz. Beklenti
ve gereksinimlerini öğrenip çok hızlı bir şekilde bir teklif
hazırlıyorsunuz. Sanıyorsunuz ki bu ivedilik zinciri içinde sizinkine
yakın bir hızla yanıt gelecek teklifinize. O ivedilik birden
kayboluyor, günler, haftalar geçiyor, başlangıçta çok umutlu olduğunuz
o işi unutmaya yüz tutuyorsunuz ama hala hiçbir ses gelmiyor karşı
taraftan. Yaşamınızın en büyük işi olsa da soğuyorsunuz o müşteriden;
çünkü size karşı saygılı değil, samimi değil, gösterdiğiniz özen ile
gördüğünüz saygı denk değil birbirine.
Uygar olmanın en temel kıstaslarından biri saygı kesinlikle, hatta
daha da ileri gidiyorum; uygarlık tanımadıklarınıza gösterdiğiniz
saygı kadardır! Tanıdıklarınıza dostluk, hoşgörü, korku, çıkar, baskı
ya da alışkanlık gibi nedenlerle saygı gösteriyor olabilirsiniz bazen,
bazen de farkında olmadan saygısızlık yapıyor bile olabilirsiniz ve bu
bir şekilde giderilebilir ama tanımadıklarınıza yaptığınız
saygısızlığı gidermek olası değil. Alın trafikteki kargaşayı, alın
kuyruklarda bekleyen insanları, alın görgü, terbiye ya da eğitim
noksanlığı ile yaşanan sağlıksız, insanca olmayan diyalogları...
Zamana ve karşındakine saygının tek ölçüsü randevu saatlerine bağlılık
değil doğal olarak. İşin bir başka boyutu da "toplantı" çılgınlığımız.
Bir mazeret ya da saklanma olarak ileri sürülen "Beyefendi şu an
toplantıda" benzeri toplantılardan söz etmiyorum. Etiyle, buduyla,
saatler sürüp başlangıç noktasından öteye gidilmemesiyle, dakikalar
kazanıldığı sanılırken saatlerin yitirildiği, katılanların işlerinin
aksaması, dışarıdakilerin içeridekilere ulaşamaması, arayanların ve
müşterilerin çileden çıkması ile bilinen gerçek toplantılardan söz
ediyorum. Günümüzde zamanının en az %60'ını doğrudan müşteri ile
geçirmeyen kurumların başarılı olması olasılığı yok. Oysa bu
bağımlılık sonucu çoğu kurumda zamanın % 60'ı toplantılar, görüşmeler
ile geçiyor ve ne yazık ki çok azı bu toplantılardan olumlu bir sonuç,
gerçek bir verimlilik artışı ya da güçlenmiş pazar konumu
sağlayabiliyor. Hep zamanın çabuk geçtiğinden, zamanı yeterince iyi
kullanmadığımızdan yakınıyoruz kurumsal yaşamlarda; oysa zaman orada
duruyor, sonunda geçen bizler oluyoruz. Ünlü müzisyen Louis Hector
Berlioz'un söylediği gibi; "Zaman büyük bir öğretmendir fakat ne yazık
ki tüm öğrencilerini öldürür"
Yaşam koşullarımız, ulaşımdaki sorunlar veya işimizdeki sıkıntılar ne
olursa olsun randevulaşarak, zaman belirterek kendimizi yaptırım
altına soktuğumuz her ilişki birincil öncelikli olmalıdır yaşamımızda,
iş bu saygı seviyesine ulaşabilmek. Benim kuşağımın bir sürü insanı
sırtlarında battaniyeleri ile giderlerdi stadyumlara, oynanacak maçın
önceki gecesinde. Hedef içeri girebilmek, iyi bir yer bulabilmek idi.
2 saatlik maça en az yarım gün önceden giden bir toplum haftalarca
önceden belirlenmiş bir randevuya nasıl saygısız ve duyarsız
davranıyor; bunu çözebilmek herhalde herkesten çok toplum bilimcilerin
görevi. Görüşmek üzere. |